12 Kasım 2012 Pazartesi

The Slumber Party Massacre (1982)


"Indecent Proposal" , "The Relic" gibi filmlerin senaristlerinden Amy Holden Jones tarafından yönetilen "The Slumber Party Massacre",  80'lerin en önemli slasher filmlerinden.  Rita Mae Brown tarafından senaryosu yazılan filmin başrollerinde ise Michelle Michaels, Robin Stille ve Michael Villella yer alır.
Henüz 18'inde olan Trish (Michelle Michaels), ailesi tarafından evde bir başına bırakılınca arkadaşlarıyla pijama partisi yapmaya karar verir. Kaçınılmaz olarak ipini koparmış matkaplı katil gibi bir de davetsiz misafiri vardır. İt kopuk bakışlı katil, pijamaları giyip eğlenceye dalacağına matkap ucuna davranmıştır. Bu film daha sonra seri olacak ve  bir türlü pijama partilerine doymayacaktır.
Slasher türünün her türlü öğesini barındıran "The Slumber  Party Massacre", cama yapışıp "ciulk viuu" diye aşağıya kayan minik örümcek adamlar  gibi camda matkaplanmış  barbie (cindy de olabilir emin değilim) planıyla büyülemektedir. Burada katilimize "it kopuk" ismini vererek devam etmek istiyorum.
İt kopuk, sürekli  matkap ucuyla adam biçmektedir. Ancak filmde ne yönetmen ve senaristimizin feminist görüşü nedeniyle feminist okumalara  ya da  matkapla freudyen okumaya hiç gerek yoktur. İt kopuk,  pijama partisinin nasıl verileceğinden bihaber olan gençlerimize sinirlenmiştir. Kendisine bu konuda katılmamak mümkün değildir.  Pijama partisi veriyorsan hakkıyla vereceksin, o partide bir kızın bile ayılı pijama giydiğini görmüyoruz. Varsa yoksa minicik şort, daracık t-shirt...

"Pijama Partisi öyle verilmez, böyle verilir!"

Dünyanın en mal pijama partisini yapan bu kızlarımıza "dur" demek isteyen it kopuk, mekana matkapla dalar. Önce dış mihrakları tek tek indiren it kopuk, daha filmin başında güzelce bir teknisyen üzerinde pratik yapar. Pijama partisindeki kızlarımızın "Alacakaranlık Kuşağı" melodisini bile tutturamaması katili oldukça yaralar. İt kopuk, doğal olarak manyakken filmde diğer karakterlere göre daha normal olabilir. Garajda böcek satırlama, ölü pizzacının sırtından geçinerek pizza yeme, çalılıklardan insan üzerine atlama gibi pek çok alanda karakterlerimiz mekik çekmektedir. Pijama particilerinin yan komşu (sarı kafa komşu), karşı komşuları (sapkın kızkardeşler) komşuda pişenden nasibini alır.

80'lerin bu klasik slasher filmi yer yer sıkıcı olsa da serinin ikinci ve üçüncü filmleriyle pijama partilerine devam etmiştir. Kimsenin herhangi birini öldürülürken duymadığı, karakterlerimizin kulaklarının ve kafalarının nerede olduğu bilinmeyen bu filmi izlerken tavsiyemiz, pijama giymeniz... Ayıcıklı olması tercih sebebidir.

                                                                                                 Aytaç Özge

1 Ekim 2012 Pazartesi


1985 yapımı “Re- Animator”, Howard Phillips Lovecraft’ın “Herbert West—Reanimator” adlı kısa öyküsünden uyarlanan Stuart Gordon yönetmenliğinde korku- komedi türünde kült bir yapım. “Re- Animator”, hem serisinin başlangıcı hem de kendine özgü atmosferiyle akıllara zarar ikili Stuart Gordon ve Brian Yuzna ürünü. Filmin yapımcılığını yapan usta yönetmen Brian Yuzna ise serinin devamındaki iki filmi olan “Bride of Re-Animator”, “Beyond Re-Animator” adlı filmlerin yönetmenliğini yapmıştır. Başrollerinde, Stuart Gordon’ın daha sonra diğer bir kült yapımı olan “From Beyond”da beraber çalışacağı Jeffrey Combs ve Barbara Crampton’ın yanı sıra “Bride of Re- Animator”de de yer alan Bruce Abbott ve David Gale  bulunmaktadır. New England’daki Fantastik Miskatonik Üniversitesi’nde tıp öğrencisi olan Dan (Bruce Abbott), öğrenci evi geçim derdine düşmüştür. Dan, ev arkadaşı olarak İsviçre’den yeni gelen, tıbbi araştırmalar yapan Herbert West’i (Jeffrey Combs) alır. Dan’in kız arkadaşı ve tıp fakültesi dekanının kızı Megan (Barbara Crampton), West’le tanıştığı andan itibaren onda ters giden bir şeyler olduğunu Dan’in kafasına vura vura anlatmaya çalışır. Kendini deneylerine fazlasıyla kaptırmış çılgın bilim insanımız West’in deneyleri, karakterlerimizin her birini zıvanadan çıkarır.
 80′lerin en önemli üçü bir arada (korku- komedi-gore) filmlerinden olan “Re- Animator’de West, fosforlu kalem suyu şişesiyle ölmüş kişileri yeniden canlandırmaktadır. Bu şişeden her türlü nasibini alan karakterlerimizin de yaşadıkları hayat, hayat olmaktan çıkar. Film ve hikaye, Mary Shelly’nin Frankenstein’ını alıp ağır bir çekiçle kafasına vurur. Hatta serinin devamındaki “Bride of Re-Animator”, “Frankenstein’ın Gelini” gibi yola devam eder.
“Hastanede mangal mı yapıyorlar, ameliyat mı..”
Filmde West karakterinin şırıngası vardır güzel mi güzeldir maalesef ruhu olmadığı için pek de şansı yoktur. Bu bahtsız karakterimiz, yaramaz çocuk gibi oraya buraya iğne sokmadan duramamaktadır. West’e “senden büyük psikopat Dr Call Hill (David Gale) var” demek uygun olabilir. Dr Hill, filmin yarısından sonra sapkın karakterine kafa bin dünya olarak devam etmektedir. O kafayla yaptığı şeyler ise morga düşenin West’e sarılmasını sağlar. Hill, büyük psikopat olarak West’e dünyanın kaç bucak olduğunu gösterir. Filmi izledikçe West’e “bir otur hiperaktif manyak” diye ihtarda bulunabilirsiniz, hatta o elindeki şırıngayı alıp ona batırmak isteyebilirsiniz . West’in özü de zaten iğneyi kendine çuvaldızı başkasına batır özlü sözünü bolca anımsatıyor. Şahsi görüş olarak keyfine düşkün morg bekçisinin bu olaylar içinde aldığı molaların filmin hikayesinde tetikleyici rolü olduğuna inanıyorum. Kendisi ne zaman “ooo mola zamanı” dese bizim karakterler “ooo boş ders” sevinci yaşar gibi zıvanadan çıktığına şahit oluruz.. Boş bulan morgun kapısından kaçıp içerde olmadık şeyler yapar. Bekçi görevinin hakkını vermiyor belki evet, bir görev insanı değil; dergi okumalar, paso molaya çıkmalar… Zaten morgun kapı önünde çalıştığı için onu da anlamak gerek. Filmde doğru düzgün repliği olsa ilk söyleyeceği şey “Hastanede mangal mı yapıyorlar, ameliyat mı belli değil” olabilir. Tüm bu olup biten içinde bir de zombilerin yükselişi tuz biberdir. Karakterlerimizin yolu, yol değildir.
Akıl sağlığına zararlı ancak bir o kadar da zamanında ses getiren film, türe uzak kesimler için hastalıklı gözükebileceğinden tavsiye edilmemeli. Diğer taraftan filmi hatırladıkça ülkemizin yaz sezonu ekranları parselleyen doktorları aklıma geliyor. Aralarına bir dönem Nip Tuck’ın ruj teknikeri Christian Troy karakterimsi biri katılmıştı ki “bir Herbert West karakteri sokulsa nasıl olurdu” diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Durup dururken aklıma yaz ekranı doktorlarının düşmesinin sebebini hala ben de açıklayamıyorum.
“Re-Animator”den dört yıl sonra Stephen King’in çok satan romanı Pet cemetery, Mary Lambert tarafından çekilir ve çoğu karakter Re- Animator’le aynı nihai sonu paylaşır. “Re-Animator” seyrederken “Evil Dead” serisi misali insan gülse mi yoksa bazı gore sahneleriyle depresyona mı girse karar veremeyebilir. “Re- Animator”, sınırda kişilik bozukluğu gibidir. Kahkahalar atarken bir sonraki sahnede irkilebilirsiniz. Film türünün kendine özgü örneklerinden biri olmasının yanında sınırda zombi bozukluğu da olabilir… Yuzna ve Gordon’la her şey mümkün…
Aytaç Özge 

The Long Kiss Goodnight



“The Long Kiss Goodnight”, yönetmenliğini Renny Harlin’in yaptığı 1996 yapımı bir aksiyona doyum filmi. “Die Hard 2″, “Cliffhanger”, “A Nightmare on Elm Street 4: The Dream Master”, “Deep Blue Sea” ve “Exorcist: The Begining” gibi leş ama sempatik filmlerin yönetmenliğini yapmış olan Harlin’in ismi, Geena Davis’le olan evliliği nedeniyle de hatırlanabilir. Başrollerinde, Geena Davis (Samantha Caine/ Charly Baltimore) ve Samuel L. Jackson’ın (Mitch Henessey)  yer aldığı filmin senaristliğini ise “Lethal Weapon” serileriyle ününe ün katmış cilalı aksiyon insanı Shane Black üstlenmiştir.
Film, Samantha Caine adlı bir ev hanımının ailesiyle birlikte mutlu bir tablo çizmesiyle, oradan oraya kelebekler gibi uçuşmasıyla başlar. Samantha’nın hafızasıyla ilgili problemleri, amnezisi vardır. Geçmişin izleri, film ilerledikçe sınıf ortamı misali “tek tek isminizi vermek istemiyorum” denilebilecek ajan hikayelerini konu alan filmler gibi su yüzüne çıkmaya başlar.
Çocukluk döneminde izlenen çoğu film, dizi, çizgi film hafızaya kazınacak derecede etki bırakabilmektedir. Sinemada izlediğiniz ilk film, annenizin elinden tutarak gittiğiniz Orhan Elmas’ın “Kayıp Kızlar”ı olabilir. Korku filmi izlemek için koltukların minderlerinin üzerinde zıplayarak mızıkçılık yapmış olabilirsiniz. Arı maya silgi yeme dönemi başlamadan barbie bebeklerin ayaklarını da kemirmiş olabilirsiniz. Peki aslında biraz kişisel anıları yaşayan bu çocuk, ergenken nasıl bir ruh hali yaşar…Böyle bir ergen insanın aksiyonla imtihanı tam olarak “The Long Kiss Goodnight”tır. 90′ların sonlarına doğru televizyonda yayınlandığı zaman ekran başındaki ergeni, kar tatili duymuş ilkokul çocuğu gibi zıplatmıştır. Soba üstü ekmek kızartması  kokusu duymak gibi neşe dolar ya da bu deneyimler belki de çok kişiseldir. Kişisel olmayan bir şey varsa o da “The Long Kiss Goodnight”ın klasik aksiyon senaryo yapısına karşın aksiyon perver izleyicinin gönlünde taht kurabilecek bir atmosfere sahip olmasıdır. 
Film, Geena Davis’in mutfakta bıçak sanatlarına giriş niteliğindeki sahnesi ve tekilayı tek hamleyle içişi için bile izlenebilir. “Kill Bill Vol 1/ Vol 2″sini ilk seyir zamanı Tarantino’nun gelini, onca referans film arasından “The Long Kiss Goodbye” “Charly Baltimore” karakterini aklıma düşürmüştür. Samuel L. Jackson’dan da nedense hiç bahsetmeden bitirilecek bu yazı, filmin hissettirdiği çocuklar gibi oyun parkında olmanın verdiği hazza saygı niteliğindedir. Bir gece ansızın “The Long Kiss Goodnight”, yine televizyonda çıksa yine çocuklar gibi uçabilir, kaçabilir, şen olabilirsiniz; evet yapabilirsiniz bunu…
Aytaç Özge
Kaynak: http://iyikotufilm.com/the-long-kiss-goodnight-1996/http://iyikotufilm.com/the-long-kiss-goodnight-1996/

The Beyond- Fulci


1996 yılında vefat eden Fulci, gore sinemasının en önemli yönetmenlerindendir. Peki, Fulci’yi nasıl bilirdik; “Zombie” serisi, “Demonia”, ” City Of Living Dead”,” The Eroticist”,  “The House by the Cemetery”,” Don’t Torture Duckling”  ve tabii unutulmaz “The Beyond”. Başrollerini Catriona MacColl ( Liza Merril) ve David Warbeck’in ( Dr John McCabe) paylaştığı The Beyond (E tu vivrai nel terrore! L’aldilà), İtalyan korku sinemasının en önemli örneklerindendir.
 “The Beyond”, Amerika’nın Louisiana eyaletinde ismi ile müsemma Seven Doors Hotel’de geçmektedir. Film,  1927′de Schweick adında bir ressamın otelde katledilmesiyle başlar. “Bu günahsızı neden çiviliyorlar” denilmesine gerek kalmadan kendisinin cadı ilan edilerek katliamını izleriz. Bundan yıllar sonra oteli yeniden işletmek için alan New York’lu Liza Merril (Catriona MacColl) cehennemin yedi katına açılan geçit üzerinde at koşturduğundan bihaberdir. Böylece cehennem kapısı aralanmaya başlar.
Filmde korku türünün her türlü öğesini görmek mümkün. Cehenneme açılan kapı, önüne geleni harcayan geçit öğesi, hayaletler, korkunç küçük kız, zombiler, bütün uyarılara rağmen lanetli mekandan çıkmayan yeni ev sahibesi, başrolde anlamsız bakışlar atan bu kızımıza tutulmuş bir doktor… Zombi, kapısı ve aşığı olarak gelişen “The Beyond”,  her ne kadar Dario Argento filmleri (özellikle atıl kurt sahnesiyle/ Suspiria) ile karşılaştırılsa da kendine özgüdür. Kütüphaneci örümcek fantezisiyle beyinlerimize kazınan bu kült yapım, sürekli akılda dönen müziğiyle de unutulmamaktadır.
Korku filmlerinde “ne kadar da ucuza aldık bu evi, aaa John gelsene arkada mezarlık var, hayırdır…”  ruh halinden “burada daha önce kim oturuyordu”  sorusuna gelişin pek çok türevi cimriliğin sonu olarak düşünülebilir fakat “The Beyond”da durum biraz daha farklı. Otelin yeni sahibesi Liza da onca uyarıya rağmen oteli terk etmemiş, diğer lanetli evi ucuza kapama girişimcileri aksine bir işletmeci mantığından daha çok otelin gizemine kapılmıştır. Film de bir sinema eseri olarak böyle bir gizeme sahiptir ki H.P Lovecraft ve Clark Ashton Smith’in büyüsüne kapılmış,  çoğu korku türünde Necronomicon’a alışkın her bünye, The Beyond’da  Book of Eibon  ile karşılaşır.
The Beyond, gore türünün sevenleri ve Fulci takipçileri için çok önemli bir yere sahiptir. Türe alışkın olmayanlar için “istersen hiç başlamasın”  uyarısında bulunmak gerekir.  Aklı bir karış havada, oradan oraya koşturan ve olaylara anlam veremeyen Lisa karakteri için The Zombies’ten ” She’s not There”  adlı şarkı gelebilir. Işıklar kapanabilir, dikkat zombi çıkabilir…
Aytaç Özge

23 Ağustos 2012 Perşembe

Sleepaway Camp

1983 yapımı olan Sleepaway Camp, 80′li yılların b- slasher filmlerinin en önemlilerinden biridir. Robert Hiltzik’in yazıp yönettiği bu kült yapım, “Sleepaway Camp” serisinin ve Angela Baker efsanesinin başlangıcıdır. Gençliğin eğlence merkezi olan yaz kampı rüyası, bu filmde kan gölüne döner. “Jaws” seyreden her çocuk, nasıl denize girmeye çekinirse “Sleepaway Camp” da kamp yapmaya giden her ergenin aklına düşebilir. Film, trajik bir bot kazası sahnesiyle başlar. Bu olaydan yıllar sonra, kafa ayarlarıyla oynanmış çatlak hala Martha (Desiree Gould) ile karşılaşırız. Slasher dünyasının en sinir bozucu karakterlerinden biri olan Martha, oğlu Ricky (Jonathan Tiersten) ve kuzeni Angela’yı (Felissa Rose) yaz kampı olan Camp Arawak’a gönderir. Sessiz ve utangaç yapıdaki Angela ile uğraşan kamptaki her karakter, yapımcıyla uğraşmış gibi tek tek cinayete kurban gider. Bir grup aklı havada ergenin kamp havasında eğlenmesine ve Angela’yı her fırsatta aşağılamasına dayanamayan katilimiz, akla hayale gelmeyecek tekniklerle adam öldürmektedir. Koyun bakışlı, yere bakan yürek yakan Angela ile dalga geçen herkes, filmde er geç cezalandırılır. Serinin ilk filminde ölümler, başta şaka gibi gelebilir. Çekirdek çitleme hızında tek tek indirilen şımarık kamp gençlerinin ya da istismarcı kamp büyüklerinin ortadan kaybolması, ergenliğin hizaya getirilmesi söz konusudur. Sleepaway Camp, filmi, kamp ateşinde eğlenen gençliğin korkulu rüyasıdır. İkinci film olan “Sleepaway Camp 2 / Unhappy Campers” da kamp ateşinde korku hikayesi anlatan gençlerin ilk filmde olanları anlatmasıyla başlar. Michael A. Simpson tarafından çekilen ikinci ve üçüncü (Sleepaway Camp 3 / Teenage Westeland) filmlerinde Angela Baker karakteri, şarkıcı Bruce Springsteen’in kardeşi Pamela Springsteen tarafından canlandırılır. Pamela Springsteen, Angela’nın küllerinden doğan Angela Baker karakterine bambaşka bir şekilde hayat verir ve karakterin hatırlanan yüzü olur. Sleepaway Camp serilerinde kamyon tarafından kovalanarak ölme, haşlanma, kano altı boğulma gibi pek çok cinayet sahnesinin yanında “Psycho” duş sahnesi de görmek mümkündür. 80′lerin ve 90′ların TRT korku kuşağında cuma gecesi korku filmi izlemeyi alışkanlık edinen kişiler için cuma gecesi ritüeline en çok uyacak filmlerden biri Sleepaway Camp’tır. Bu filmi eğer küçüklüğünüzde deneyimlediyseniz, saç maşasına bir daha dokunamayabilirsiniz. Filmin sonu ise filmi unutulmazlar arasına sokacak bir yapıya sahiptir. Ünlü’nün “Rüya” adlı şarkısı misali filmi açan gördüğüne inanamayabilir. Aytaç Özge Kaynak: http://iyikotufilm.com/sleepaway-camp-1983/http://iyikotufilm.com/sleepaway-camp-1983