19 Mayıs 2010 Çarşamba

O arabayı çaldım, ben bir serseriyim ama seni seviyorum...




Kısa saçlı bir kadın, üzerinde beyaz bir t-shirt ve siyah bir pantolonla Paris'in görkemli caddesinde “New York Herald Tribune” diye bağırarak yürür. Yanına gelen Humphrey Bogart'ın çocuksu modeli bir adam, gazete satan o kızı tavlamaya çalışır. Bu iki serserinin o caddede yürüyüşü hafızalara kazınacak, yıllar sonra bile unutulmayacaktır: À bout de souffle...


Dikkat bu yazı yüksek miktarda spoiler içermektedir!


Jean Luc Godard yönetmenliğindeki “À bout de souffle” (ben diyim Serseri Âşıklar siz deyin Breathless), gangster adayı genç bir adamla gazeteci adayı genç bir kadının hikâyesini sıra dışı bir sinema diliyle anlatır. Günlerin köpüğü misali hayat yaşayan bu iki kişinin bir sonraki sahnesinde neler yapacağı kolay kolay kestirilemez. Michel Poiccard (Jean-Paul Belmondo), yaptığı araba hırsızlığı sonrasında bir polisi öldürür. Amerikalı bir kadın olan Patricia Francini (Jean Seberg ) adlı New York Herald Tribune gazetesi stajyeri ile karşılaşır. Polisten saklanırken onunla zaman geçirir. Humphrey Bogart'ı taklit eden Michel, Bogie efsanesini kendine model almaktadır. Serseri Âşıklar, bir tür filminin deneysel bir çeşitlemesidir ve bunun eseri olan Poiccard, bir gangstere özenmektedir. Gangster gibi sert bir erkek değildir. Tabiri yerindeyse özünde iyi bir insandır denilebilecek çocuk saflığına sahip metinler arası bir adamdır. Kırılgan gangster'in düşü, Patricia ile olan ilişkisinin sanki Bonnie ve Clyde hikâyesi gibi olmasıdır. Gazetedeki bir haberi Patricia'ya anlatırken ağzından habere dair şu sözler dökülür: “O parayı çaldım, ben bir serseriyim ama seni seviyorum.” Sevgilisinin hırsız olduğunu öğrenmesine rağmen kızın sevgilisiyle ortak olarak Riviera sahillerinde beklediği de gazetedeki hikâyenin sonuna eklenir. Patricia ise fikir hoşuna gitse de sonuna kadar tehlikeli yaşayan Michel'e ihanet eder. Burjuvazinin gizli çekiciliği anarşist bir çocuğun düşüşüne neden olur. Kara film kadını görevini gerçekleştirse de o filmin “kendi duygularım ne olacak acaba” kısmıyla ilgilenen temeldeki dramı fark edemeyen bir resim figürü olarak kısacık saçları ve sigarasıyla yer alır. Bonnie ve Clyde yerine Romeo ve Juliet gibi olmak isteyen

Patricia'nın ne olmak istediği aslında belli değildir. Yeni Dalga'da ilk kez Fransız ve Amerikan kültürleri, Champs Elysees'te (Şanzelize) Serseri Âşıklar sayesinde buluşurken filmin sonunda Amerika, Avrupa'ya ihanet eder ve anlamlandırmamanın ötesinde hiçbir şey olmamış gibi arkasını döner. Filmde kadın, erkek, aşk, hayat, ölüm üzerine diyaloglar film bittiğinde akla tekrarlayarak takılmaya devam eder.

Serseri Aşıkların tesadüfi buluşmasından klasik anlatımın çöküşüne....

Yeni Dalga'nın dikkat çeken filmlerinden Serseri Âşıklar, gişe başarısının yanında Godard'ın sinema kurallarıyla ilgili deneylerini geliştireceği bir basamak olur. Bu deneyler öyle bir hal alır ki Bunuel, Yeni Dalga'da Godard'ın yaptıkları haricinde yeni olanı görmediğini söyler. Serseri Aşıklar'ın hikâyesi François Truffaut, senaryosu ise Godard'a aittir. Claude Chabrol ise teknik danışmanlığını üstlenir. Cahiers du Cinema'da Serseri Aşıklar'a elinde hazır senaryo olmadan sadece Seberg'in Şanzelize'de gösterildiği sahneyi yazarak başladığını belirten Godard, geriye kalan kısım için sahneleri karşılayan notları olduğunu ifade eder. Serseri Aşıklar'ıyla sinemada sınırlamaların yer almadığını göstermek ister. Filmde yasak yoktur, sinemada onun tabiriyle akla gelen her şey yapılabilir. Senaryosuz film hazırlamak ona filme her şeyi yapabilme özgürlüğü de verir. Diyaloglar aralarda yazılır, doğaçlamalar havada uçuşur. Doğaçlama ile önceden hazırlanmış olan birlikte servise sunulur. Kurguda süreklilik olmadan zaman ve mekânda seyircinin alışık olmadığı eksiltmelerle akıp giden bu maratonda orta plan atlamalı kesmeler ip atlamaktadır. Belmondo, silaha uzanır silahı alıp döndüğü orta planı yoktur adam vurulur. Zincirlemeler sinemada sanki daha önceden hiç var olmamış gibi algılanılmak ister. Bir dizi hızlı zincirleme bu yolun akıcı olarak ilerlemesini sağlar. Oyuncular kameraya bakarak seyirciyle konuşur. Film grameri dışında kurulan bu yapıyla klasik anlatı dışında özgürce dolaşmak mümkündür. Bu, sinemada klasik kuralların sonu, kuralsızlığın kurallaşmaya başlamasıyla Hollywood Sineması'yla olan mücadelesinin başıdır. Godard'ın yapıbozumu Picasso'nun resimleri gibidir.

"Serseri Âşıklar", 1983 yılında Jim McBride yönetmenliğinde Hollywood'da yeniden çekilir. Richard Gere'in başrolünü oynadığı film, 1960'taki orijinal versiyonuyla karşılaştırılması mümkün değildir. Hollywood'un aslında kendisine karşı duran bir filmi tekrar çekim furyasına katarak gösterime soktuğu 83 yapımı olan film, başarısız olarak nitelendirilebilir. Serseri Âşıklar, kendinden sonraki dönemde gerek hikâyesi gerekse görselliği açısından pek çok filme ilham kaynağı olur.

Belmondo ve Seberg'in unutulmaz performans sergilediği ve izleyenin öylece bakakaldığı filmde Michel der ki “Yalan söylemek aptalcadır. Pokerde olduğu gibi doğruyu söylemek daha iyidir. Diğerleri blöf yaptığını zanneder ve kazanırsın.” Aslında Michel yalan söylemez, bir şey söylemeye ihtiyaç duymadan çocuk gibi kaçar ve yine sonunda yerde uzanan hayal kırıklığına uğramış bir çocuktur. Seyredeni ise beyaz bir t-shirt üzerine “New York Herald Tribune” yazdırır, dışarı çıkmadan banyodaki aynada kendisiyle o meşhur bakışma yarışmasını yapıp bir küçük çocuk gibi yüzdeki “À bout de souffle” hareketlerini tekrarlar. O arada bir yerde yüzde tuhaf bir gülümseme belirir.

Özge Öndeş

Kaynak: http://www.resetmagazine.net/resetsayi40/sinema/Serseri-Asiklar.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder