“Ben senin resmine değil de sana âşık olsaydım o zaman ne olacaktı? Belki bir kere bile bakmayacaktın yüzüme, belki de alay edecektin sevgimle… Hâlbuki resmin bana dostça bakıyor, iyilikle bakıyor ve ebediyen bakacak. Hayır! Benimle resminin arasına girme. İstemiyorum seni! Ben senin yalnız resmine âşığım.”
Halil (Müşfik Kenter)/ Sevmek Zamanı
Müzik, yağmur, duvarda asılı bir resim ve İstanbul… “Sevmek Zamanı”dır tam da izleyicisini suretine âşık eden. Tek başınalıktır aşkı yaşatan ve bir filmdir ki bir fotoğrafa âşık olan adamı izlerken binlerce kareye, çerçevelenmiş resim gibi kendisine âşık eyleyen. Seni uzaktan sevmek, aşkların en güzeli midir ya da zaman, “Sevmek Zamanı” mıdır; yanlış zamanda var olan…
1965 yapımı 1961 Anayasası sonrası Türk Sineması Dönemi’ne tekabül eden Metin Erksan filmi “Sevmek Zamanı”, döneminde ticari gösterime girmese de günümüzde Türk Sinema Tarihi’nin en önemli filmlerinden biri olarak yer almaktadır. Boyacı Halil’in (Müşfik Kenter) bir evin duvarlarını boyarken âşık olduğu resim ve resmin sahibi Meral (Sema Özcan) ile yaşadığı ilişkiye baktırır ve işte bu o enfes görüntülerle anlatılan sinemanın ta kendisidir.
Büyükada’da ustası Mustafa`yla (Fadıl Garan) birlikte boyacılık yapan Halil, boyamaya girdiği boş köşklerden birinde bir kadın resmi görür ve resme âşık olur. Bir yıl boyunca her gün köşke girer ve resmi uzun uzun seyreder. Hikâye de bir gün, köşkün sahibinin kızı resimdeki Meral’in (Sema Özcan), Halil`i resmini seyrederken görmesiyle başlar. Meral, Halil’in kendisine âşık olduğunu düşünerek onunla birlikte olmak ve bu aşka ortak olmak ister. Oysa Halil, Meral’e değil, yalnızca onun resmine âşıktır.
Doğu ve Batı edebiyatının, kültürünün aşk anlayışı akla düşer filmi seyrederken… Batı’nın aşkı tek başına yaşanmaz; çift kişilik aşktır. Doğu’nun aşkı ise tek başına içte yaşanır, çile çekerek o aşka ulaşmaya çalışır. Batı’nın Bach’ında Doğu’nun udisinde Sevmek Zamanı’dır. Doğu’nun saf aşkına bir başka biri karışmaz. Halil’in aşkı kendi aynası gibidir, uzletinde çile çektiği Meral’in bedeninin karışmadığı… Ölümü aşk olacaktır, tek başına o aşkın erdemine ulaşana kadar ama nihai son Batı bedeniyle bir araya gelişindeki ölüm gibi değil. Bizler Batı ile Doğu’nun aşkı arasında gidip geliyoruz. Filmde resme âşık olmak, şimdiki anlamından çok daha ulvi ve derin anlamlar içerirken, modern toplumun tüketimine yansıyan bir eşyaya bağımlılık ya da “bir resim gördüm, âşık oldum” şeklinde bir anlatım değildir. Erksan’ın anlatımı, şiirsel ilmikler atılarak kişinin maddeye olan düşkünlüğüne değil tam tersi maneviyata olan düşkünlüğüne dikkat çekmektedir. Gerçekliğin sorgulanmasına kadar giden bu yolda yağmurun yağışıyla geçip giderken zaman, oradan oraya kocaman resimle dolanan bir adam, elinde kalbini tutmaktadır. Narkissos gibi kendine bakışı, karşısındakinin ayna olmasından öte bir halden çok daha incedir, çok daha zariftir Halil…
Film üzerine Doğu- Batı aşk anlayışı, varoluşsal yaklaşımlar, psikolojik yaklaşımlar olmak üzere pek çok yorum yapılmıştır ancak burada niyet, filmi ameliyat etmek değil; hissetmek zamanıdır. Günümüze yabancıdır belki bu hissiyatın tadına varmak; evinize girdiğinizde sizin resminizi dalmış şekilde izleyen bir adam, öylece oturmuş bakıyor. Kötü niyet beslediğini düşünerek irkilir insan. Eser, gerçek olmayan bir zamanda gerçekleşiyor gibi görünse de aslında izleyicisini sahte kılarak kendini gerçekleştirir. Şimdi bir an olsun Halil ve Meral’in ilk karşılaşması için filmin içine girelim. Klasik özdeşleşmede filmi yabancılaşmadan uzak ve Halil’le birlikte bir o kadar yakın bir an olsun orada olduğunuzu hissederseniz; elimi uzatsam ve Sevmek Zamanı’nın kalbine denk düşsek…
Düşünün ki bir adam sizin resminize âşık olmuş, ya da o adamsınız ve resme aylar boyunca gelip bakmışsınız. “Siz” ve “O” olmak zamanıysa bizim yaptığımız, biri sizin resminize bakıp aylarca onunla vakit geçiriyor. Oraya ilk girdiğinizde o zarif karşılaşma kadar gerçek değildir belki dünya, belki gerçek olan da o zarif karşılaşmanın ta kendisidir. Ya da Halil olarak gerçek dünyanın çelişkisini, ikiyüzlülüğünü istemiyorsunuz. Bir resme takılı kalmak değildir kasıt, aşkın değişmezliğidir. Meral olarak sizi bu durum şaşırtıyor ve o duruma âşık olmaya başlıyorsunuz. Batı’daki gibi dâhil olmak ya da dâhil olmasını arzu ediyorsunuz. Halil olan siz, dışarıdaki aşk arayışlarından çok daha tutarlı olan kendi dünyanızda yaşamak istiyorsunuz. Tüketim toplumunda bunun pek yeri olmadığı âşikar ama bir düşünsenize Halil’in istediğini; “resmin bana ilgiyle bakıyor ve hep bakacak”. Bundan daha güzel bir şey var mıdır size hep ilgiyle bakan ve bakacak olandan daha sevmek isteyebileceğiniz… Bu bir sanallık içermiyor, “belki ellerimi bırakırsın” korkusu da yaşamaktan kaçmak anlamına gelmiyor aslında… Halil bu ya ebedi aşkın, sevmenin derdine düşüyor. O karelere bakarak biz de her seyrettiğimizde hayal kırıklığına uğramıyoruz. Bir film ilk seyredişinizden sonra tekrar izlediğinizde de defalarca hep aynı sonla biter. Biz mi gerçeğiz yoksa “Sevmek Zamanı” mı…
“Her gün, daima öğleden sonra oraya gidiyor, koridorlardaki resimlere bakıyormuş gibi ağır ağır, fakat büyük bir sabırsızlıkla asıl hedefine varmak isteyen adımlarımı zorla zapt ederek geziniyor; rastgele gözüme çarpmış gibi önünde durduğum ‘Kürk Mantolu Madonna’yı seyre dalıyor, ta kapılar kapanıncaya kadar orada bekliyordum.”
Raif Efendi- Kürk Mantolu Madonna/ Sabahattin Ali
Bir de Raif Efendi var, muhteşem Raif Efendi… Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna’sına baka kalan… Onun için Sevmek Zamanı, 1943′te başlamış. Surete âşık olma teması ile ilk akıllara gelen eserlerden birinin başkahramanı. Halil gibi bir resme bakakalan, yıllar sonra Halil’de başka bir halini hissettiren… Halil’in resmi sevmesinden uzun yıllar sonra ise Wong Kar-Wai “Aşk Zamanı” ile gelip içinize işliyor ama Sevmek Zamanı’ndaki resme duyulan aşk, Wong Kar Wai’nin “Eros” alı filmdeki dokumasında tekrar akla düşüyor. “Eros”ta, sevdiği kadına dokunamayan bir terzi, diktiği elbiseyle bağ kuruyor onunla; Halil’den farklı olarak “oymuş gibi” ve Halil’e benzer olarak dış dünyaya uyumlanmaktan çekinmeyi hissettiriyor. Wong Kar-Wai her filmini şiirsel bir dille aktardığı için terziliği de şairane oluyor. Dokunma isteği, bir sahneyle ona dokunmadan gerçekleşiyor.
İstanbul’a, “Tûtî-i mu’cize-gûyem”e, yağmurun iki insanın arasına yağmasına, ayakkabıyı çıkarıp karda çamurda yürümeye bakakalmaktır sevmenin zamanı. İzlediğinizde bazen sadece replikleri duyarsınız, bazen de görüntüleri… Kimi zaman sesini kısıp görüntüleri akar boşlukta… O an bu satırları kaleme alan kişi için filmin her karesine, Batı’nın aşkı adına Songs: Ohio’nun “The Lioness” albümü, doğunun aşkı içinse Tanburi Cemil Bey eşlik edebilir. Sevmek Zamanı ise ışıkları kapatıp dalıp öylece izlemek için başucunuzda durur. Sevmenin zamanına âşık olana dostça ve iyilikle bakar ve ebediyen bakacaktır.
aytaç özge öndeş
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder