7 Ocak 2011 Cuma

Lovecraft Duvarının Ötesinde


Varla yok arası bir zaman içerisinde Stephen King öykülerinden uyarlama filmler, görüldüğü yerde izlemeden edilmez. Bu huy, ne kadar kişisel de olsa artık bu filmlerdeki pizzacı, kapıcı, postacı “It” gibi adam Stephen King, kapıyı çalsa şaşırılmayacak durum haline gelir. Günlerden bir gün Salem’s Lot’u gören bünye, filmi izlemek için inanılmaz bir istek duyar. Uyarlanan hikâyeyi daha önceden kulak dolgunluğuyla hatırlar ama izleyiş bittiğinde yüreğe eski bir gönül yarası düşer. Bu yaranın adı kuşkusuz Howard Phillips Lovecraft’tır. Jerusalem’s Lot’un çağrıştırdığı hikâyesi ise “Rats In The Walls-Duvarlardaki Fareler” olarak hafızadaki tozlu yerinden yeniden çıkarılır, üzeri üflenir; hala ışıl ışıldır…

Howard Phillips Lovecraft, karanlık tarlalara mitoloji tohumları ekmiş; korkuyla sulayan kuşkusuz şöhreti Cuthullu’da yakalamış bir yazar. Fantastik edebiyatın Edgar Allan Poe ile birlikte en önemli yazarlarından biri olan Lovecraft’ın geçmişine baktığımızda inanılmaz bir mitoloji birikimi karşımıza çıkar. Mitoloji hikâyelere öyle yedirilir ki bu birikim, onun kendi mitosunu yaratmasını sağlar. Günümüzde mitolojilerden kendi mitosunu yaratmasını sağlayan isimlerden biriyse yapımcı, yönetmen, senarist Joss Whedon’dur. “Buffy The Vampire Slayer” ve “Angel” adlı dizilerinde beslendiği mitoloji, Whedon’un eserlerinde kendi mitosunu oluşturmasına kaynak olmuştur ancak konumuz yazar Lovecraft olunca o, şöyle bir kenarda dursundur.

Lovecraft’ın mitolojik yönüne indiğimizde karşımıza değişik hikâyeler çıkmaktadır. “The Nameless City” adlı hikâyesinde Arap çöllerinde isimsiz bir şehirden bahsedilir. Cthulhu Mitosu’nun tartışmalı ilhamı Necronomicon’un yazarı Abdul Alhazred etkisinin ilk görüldüğü hikâye olarak bilinir. Necronomicon (ölülerin kitabı), mürekkebi kan olan insan derisi sayfalarıyla daha pek çok Lovecraft hikâyesinin beslendiği bir kaynak olarak gösterilir. Kimi kaynaklara göre yazarımızın bir uydurması, kimi söylentiye göre ise İngiltere’de bir müze içerisinde saklanan büyü kitabı olarak geçer. Lovecraft’ın “The Hound” adlı bir diğer hikâyesinde Necronomicon’un başlangıç kısmına işaret edildiği söylenir. “At The Mountains Of Madness -Deliliğin Dağlarında”da Cthulhu Mitosunun kurucu unsuru Eskiler’in tarihine bir göz gezdirilir.

John Carpenter’ın “In the Mouth Of The Madness”ı da kuşkusuz Lovecraft etkileriyle harmanlanıp enfes bir sinema deneyimi sunar. Birebir bir uyarlama olmasa da bolca Lovecraft efekti ve hikâyelerin harmanlanışı görülebilir. Yakın bir gelecekte, çok değil 2013 yılında, Pan’ın Labirenti’nde kaybolmamızı sağlayan Guillermo del Toro da Lovecraft’ın Deliliğin Dağlarında uyarlaması filmiyle kalbimizi attıracaktır.

Lovecraft’ın “The Moon Bog” adlı eseri ise Eski Yunan efsanelerinin kalıntılarından bahseder. Eski bir bataklığı temizletmesi sonucu ortaya çıkan adacıkta antik kalıntılara rastlanılır. Bu kalıntılar Eski Yunan tanrısı Artemis’e tapınmak için yapılmıştır. Lovecraft’ın mitolojiden beslenen “Hypnos”unda ise geçilen uyku duvarının ötesi, Joel Schumacher’in “Flatliners” adlı filmi ile aşılan sınırını hatırlatarak gülümsetir. Uyku duvarı, “Beyond The Wall Sleep-Uyku Duvarının Ötesinde” ile tekrar karşımıza çıkacaktır.

Duvarlardaki Fareler

Mitolojik ve tanrısal güçlerle ilgili Lovecraft hikâyelerinin arasından 1924 yılı mart ayında efsane dergi “Weird Tales”te yayınlanan “Rats In The Walls-Duvarlardaki Fareler” unutulmayacak türdendir. Hikâye, soyu hakkında pek bilgisi olmayan De La Poer’in atalarının seneler önce yaşadığı Exham Manastırı’na taşınmasını ve beraberinde gelişen olayları anlatır.

Exham manastırı, yıllar önce büyük De La Poer ailesine ve birçok ölüme ev sahipliği yapmış ancak orada yaşayan son De La Poer’in gizli bir sır nedeniyle ailesini hizmetçileriyle birlik olup katletmesinden sonra kahramanımız gelene kadar sadece lanetin yaşadığı bir yer olarak kalır. Bu noktada kasabaya geliş ve istila ediş açısından Jerusalem’s Lot hikâyeyle benzeşmektedir. Son De La Poer, Exham’a geldiğinde köylüler tarafından, lanetlenmiş hikayeler yüzünden fazlaca misafirperver karşılanır fakat restorasyon fikrinden vazgeçmez. Restorasyon sırasında ailenin karanlık geçmiş hikâyelerini dinler.

Bu hikâyeler öyle ürperticidir ki, Edgar Allen Poe’nin “Usherlerin Evi”, Lovecraft’ta De La Poer evi olan Exham Manastırı’yla özdeşleşmektedir. Poe’nin Usher soyu türlü şeytanlık ve lanetlerle anılan bir soydur ve onların yaşadığı ev de lanetin ta kendisidir. Roger Corman da bu hikâyeyi sinemaya aktarıp cuma geceleri için patlamış mısır eşliğinde seyredilebilecek bir b film ortaya koymuştur. Lovecraft’ta Usher soyundaki lanet ise Exham Manastırı’dır. Burası sır hikâyeleri hayaletlerinin yaşadığı krallıktır. Anlatılanlar çok çeşitlidir. Vahşi cinayetler, manastırdan çıkan fare ordusunun köylülere saldırması örneklerden sadece bazılarıdır. Hatta hikâyeyi okurken, bir yerinde De La Poer’lerin şeytanlık konusunda Marquis de Sade’yi ve Giles de Retz’i solladığının söylenmesi ister istemez yüzde tuhaf bir gülümseme yaratır.

Atys Söylenceleri

Restorasyon bittiğinde bir De La Poer, bazı şeylere şahit olur. Manastır duvarlarının arkasından sanki bir fare sürüsü geçmektedir. Bunun üzerine gelişen türlü kedili olaylardan sonra manastır mahzeninde araştırma yapılır. Mahzenin duvarlarında yazan “L.PRAEC…VS… PONTIFI …ATYS” gibi kelimeler De La Poer’i şaşırtır ve hikayeyi şöyle anlatmaya devam eder; “Atys’e yapılan gönderme titrememe yol açtı, çünkü Catullus’u okumuştum ve ibadeti Kibele’ninkiyle öylesine kaynaşmış olan bu Doğu tanrısının korkunç ayinleri hakkında biraz bilgim vardı.”

Catullus, milattan önce Lesbia lyric’leriyle tanınan Latin bir şair olarak geçer. Buradaki gönderme muhtemelen onun 63 numaralı şiirinedir; “Attis”. Atys, bazı kaynaklara göre Frigyalı, bazı kaynaklara göre Lidyalı mitolojik bir kahramandır. Genel anlamda Frig mitolojisine ait olarak kabul edilir ancak burada alt bir tanrı olarak görülür. Asıl özelliğine kavuşması Roma’ya dair Yunan mitolojisinde görebileceğimiz bir durumdur. Atys’in anlamının günahkâr demek olan “sinner” olarak geçer ve başka bir inanışa göre de “baba” olduğu söylenmektedir. Onun hikâyeleri çeşitli kaynaklara göre değişmektedir. Bazılarında Adem’in hikayesine çok benzer bir şekilde kadının ihtirasına kurban olan dünyanın lanetlenmesine sebep kişi olarak anlatılır. Heredot’a göre Lidya kralı Croesus’un oğludur ve ölümü önceden kehanet edildiyse de korunamamış, yanlışlıkla öldürülmüştür ancak yaygın inanışa göre Atys, bereket tanrısı Kibele’nin kutsal ortağıdır. Atys doğumu, ölümü ve dirilişiyle mevsim döngüsünü ve hasat zamanını simgeler. Kibele (Rhea) ise “MAGNA MATER, the mother of the gods/ the great mother”dır; yani tanrıların anası olan bilinegeldiği üzere bereket tanrısıdır.

Atys’in hikâyesi Zeus’tan olma iflah olmaz, çılgın tanrı Agdestis’in (kimi kaynaklara göre Agdistis) diğer tanrıları kızdırmasına uzanır. Biseksüel Agdestis’in cezasını bulması için Dionysus hile yapar ve suyu şarapla karıştırıp ona içirir. Sarhoş olan Agdestis vahşice hadım edilir, bazı kaynaklarda bunu kendisinin yaptığına da rastlanır. Onun akan kanı bir nar ağacına dönüşür. Irmak tanrısı kral Sangarius’un kızı, nar ağacından meyvayı koparır ve ondan hamile kalır. Doğan çocuğun ismi Atys olarak söylenir. Büyüdüğünde Agdestis ve Kibele’yi kendine âşık edecektir. Birçok versiyona sahip bu mitlerden bazılarında Agdestis’in Atys’in başkasıyla evlenmemesi için onun kendini hadım etmesini sağladığı, bazılarındaysa Kibele’nin onu ölümlü bir kadından kıskanmasıyla Atys’in delirerek kendini hadım etmesi ve ölmesine sebep olduğu söylenir.

Catullus’un orjinali “Attis” olan şiirinde ise Kibele ve Atys’in geleneksel ayinlerinde Atys’in kendini kaybedip (ecstatic madness) hadım etmesi ve müritlerine de bunu yaptırmasıyla geri dönülmez bir efsane anlatılır. Ayrıca şiirin son kısmında Kibele’nin karanlık yönüne dikkat çekilir. Müritlere olan baskısı, ayinlerinin devam edeceği anlatılmaktadır.

Mitolojisi kuşkusuz cinsel içerik taşımaktadır ama hikâyede okuyucuya yönelik korku yaratmak için kullanılmıştır. Bundan dolayı Lovecraft’ın dikkat çektiği nokta şiirde anlatılan ayinlerin vahşiliğidir. Antik Roma’da kutlanan Kibele ve Atys Festivali bu ayinlerin ana hatlarını göz önüne sermektedir. Festivalin ikinci günü, “Day of Blood/ Kan Günü” olarak anılır. Bunun sebebi insanların vahşi bir müzik eşliğinde vücutlarında derin yaralar açarak kendilerini Atys’in dirilişine kurban etmeleridir. Söylenceye göre gaddar Kibele’ye karşı bir hareket olarak da vücutlarını parçalara bölerler. Kanın sabahının adı Hilaria’dır ve Atys’in dirilişi kutlanır. Aslında ayin halk ayini gibi görünse de çok gizemli bir ayindir. Sonuç olarak ayinin korkunç havası ve vahşi fanatikliği Atys’in kendisini korkunç bir kurbana dönüştürmesine yol açmıştır. Bu festivalin bir benzeri de başka bir Lovecraft hikâyesinde işlenmektedir. ”The Festival”de hikâyenin kahramanı eski liman kenti olan Kingsport’a eski festivallerini kutlamak için döner ancak ne festival ne de insanlar göründüğü gibi değildir.

Duvarlardaki Fareler’de De La Poer, ilk önceleri fark etmese de Frig tanrısı olan Atys’e tapınan Romalıların yer altı sunağını keşfetmiştir mahzeninde. Hikâyenin gerisini merak edenler için okumaları tavsiye olunur. Hikâyenin bir yerinde ise çok ilginç bir cümle geçer; “Mutlak korku çoğu kez merhametli bir biçimde hafızayı paralize eder”. Lovecraft’ın merhameti ise hikâye bitene ve okuyucuyu o an okuduklarıyla baş başa bırakana kadardır. Sonradan farkına varırsınız ve her korkumuz diğer kısa ömürlü hikâyeyi doyurur.

Kimileri bu hikâyeyi P. H. Cannon’un “Cats, Rats, and Bertie Wooster”ı ile özdeştirir ancak küçük ve basit görünen bir hikâyeyi kim bu kadar derin yazabilir ve kelimelerini sizin korkularınızla besleyebilir… “The Outsider”da kendini şatosuna kapatan, dışarı çıkmayan, hatta aynaya bile bakmayan bir adamdan bahseden bir yazardır bunun cevabı… Hikâyenin devamında bir gün dış dünyayı tanımaya karar veren kahramanımız, dışarı çıktığında korkan, koşuşan insanlarla karşılaşır O sırada korkunç bir yaratık görür ve oysa gördüğü, camdaki yansımasından başka bir şey değildir. Burada Lovecraft, kendini yaşadığı dönemin yabancısı gibi aktarır. Hikâyeye benzer bir biçimde, kendi yansıması olan hikâyeleri, gün ışığına kavuştuğu andan itibaren okurlarını korkutmuştur ya da ilham kaynağı olmuştur ancak bu kadar “bereketli” olabileceğini muhtemelen kendisi bile düşünmemiştir.

Okuyucuya Not: Lovecraft ve Poe eserlerini Türkçe metin olarak okumamızı sağlayan, çevirilerinde emeği geçen Dost Körpe’ye sonsuz teşekkürler.

Özge Öndeş
Kaynak: http://betaarti.com/2010/12/lovecraft/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder