6 Nisan 2010 Salı

Bir Şarkısın Sen I Want You!


İngiltere'de soğuk bir sahil kasabası. O uzun sahilde rüzgar estiğinde sanki sürekli koşan birinin ayak sesleri ve dağlayan bir keman melodisi duyulabilir. “Çok istediğim ve ulaşamadığım sürekli sahilde koştuğum neydi” der biri... Dalgalardan yorulmuş bir taş mı, o taştan bir kalp mi, gizemli bir kadın mı, saplantılı bir erkek mi yoksa yeniden bir başlangıç mı...

Bu, bir tehlikeli masalın sonuydu; bir diğerinin de başlangıcı...

Neo noir tadları veren yer yer kırmızıya boyanmış bir film. Bir ses daha en başında uyarıyor: “Bu, bir hikayenin sonuydu ve bir diğerinin de başlangıcı”.

Elvis Costello'nun “I Want You”(Seni İstiyorum) adlı aşık şarkısı, yönetmen Michael Winterbottom'un rahatsız seyirlerine döşendiğinde basit bir hikaye olağanın dışına çıkmakla meşgul oluyor. Röntgencilik, erotizm, obsesyon, tutku, taciz tehlikeli bir masal anlatmaya başlıyor. Martin (Alessandro Nivola) hapishanede 9 yıl yattıktan sonra hapishaneye girdiğinden beri görmediği sevgilisi Helen (Rachel Weisz) için bir gün evine dönmeye karar veriyor. Martin'in saplantısıyla yanıp tutuştuğu kuaför Helen'i, “istedim de tepemedim” türevinde radyocu bir düz adam ve etraftaki sesleri alıcı ekipmanlarıyla kaydeden ve dinleyen dilsiz küçük bir çocuk olan Honda (Luka Petrusic) da istiyor. Sahil kasabasında barda şarkı söyleyen Honda'nın ablası Smokey (Labina Mitevska) ise kendine göre bir hayat yaşayan erkek delisi bir şarkıcı. Annesini erken yaşta kaybetmiş Honda'ya göz kulak olmada kendine göre bir yol tutan Smokey, istediği insanla yatıyor bir yandan da kendisine kilisede rastlanabiliyor. Martin'e de sempati duyan bu kadın ikiyüzlü insanlara düşündüğünü pat pat söylemekten de kaçınmıyor. Bazen de filmin en dürüst karakterine dönüşüyor. “Ben yalan söylemem” diyen Smokey'nin ağzından dinlemeye başlıyoruz hikayeyi...

Siyah saçlı ve yeşil gözlü bir kız aranıyor...

Kafayı Helen'le bozan Martin, Helen'e benzer kızlar sipariş ederken “Siyah saçlı ve yeşil gözlü istiyorum” diye buyuruyor. Helen'e de tacizleri telefon, gözetleme ve nihayetinde kapısına gelmeyle devam ediyor. “I Want You” şarkısı bitmek bilmeyen arzuların taklidine ya da kendisine ulaşmaya çalışırken obsesif deneyimleri de set menüye ekliyor.

Helen'in düzeltebildiği tek şey saç oluyor, bazen ki uzun sürmüyor kulak kesmede de gayet başarılı... Helen, insanların saçlarını kesmekten ziyade hayatlarını kesmeye Honda ise montajlamaya başlıyor. Film ilerledikçe babası ve annesi ölmüş iki çocuğun tehlikeli oyun bahçesinde biz de bir güzel oynamaya başlıyoruz. Bir karanlık ninniye eşlik ediyoruz. Kasetçalardan sesi gelen bir annenin masalı yapıbozuma uğramaya başlıyor.

Slawomir Idziak'ın Filtreleri 

Senarist Eoin McNamee filmin içinde bazen yolunu şaşırıp tökezlemeye başlasa da filmin görüntü yönetmeni Slawomir Idziak'ın filtreleriyle karanlık bir aşk hikayesini kırmızıya, maviye veya yeşile boyuyor. Deformasyona uğramış hayatları daha da deforme edebiliyor. Polonyalı görüntü yönetmeni Idziak'ın mavilerini görünce akla Krysztof Kieslowski'nin yarası Trois Couleurs Bleu (Üç Renk Mavi) geliyor ki sürpriz; onun da görüntü yönetmeni Idziak... Polonyalı bir adamın bakış açısıyla İngiltere için eline farklı palet alıyor. Dekalog'tan Black Hawk Down'a kadar pek çok farklı zemini boyamış bu adamın dokunuşları savrulmuş ve yabancılaşmış hayatları bir akvaryumda süzülen balıklar gibi resmediyor.


Filmin diğer karakterleri Smokey'i dışarda tutarsak Helen'in akvaryumda ya da bir üst seviyeye atladığımızda gördüğümüz denizde süzülen balıkları gibi duruyor bazen.. Helen, kaçış noktası suda yeniden doğmaya çalışırken diğer hayatları da suda terkediyor. Film bir şarkı gibi ilerliyor. Zaten öykündüğü eser de bir şarkı olduğundan şarkıdaki gibi tekrarlamalar duyuluyor. “Bu adam niye bu tekrarlanan karışık sesleri koymuş, niye bunları dinledik ya?!” diyor insan; sonra bakıyor ki film nakaratıyla bir şarkı formatı gibi işliyor.

Claire Denis'in Tindesticks'in Trouble Every Day'ine ithafen çektiği cinsel sapmalar gösteren filmi gibi “I Want You”da da -tabii sevişirken birbirini yemek manyaklığından farklı olarak- yine kırmızılı bitmek bilmeyen arzuların hastalıklı görünümleri var. Kalbi acıtan bir şarkı deneyimi, Winterbottom sayesinde görüntülerle ama bir başkasının röntgenleme hikayesini izleyerek geçiyor. Şu meşhur izleyicinin röntgenci olması hikayesini hatırlayarak aslında bir film değil bir şarkı izliyoruz. Kasedi çevirip tekrar dinlenebilen, Costello'nun şarkısından daha farklı bir yola girebilen bir şarkı...
Özge Öndeş

1 yorum:

  1. Tekrar tekrar izlemek istediğim bir filmdir. Bu tür filmler sanırım gözlerden sıkça kaçıyor, izlenmiyor.

    YanıtlaSil