1 Kasım 2010 Pazartesi

SS kökenine bağlanan “Beyaz Bant”


14 yaşındaki Benny, dolaptan aldığı sütü bardağa koyarken bir kısmını tezgâha döker. Hoyratça bardağa döktüğü süt, tezgâha yayılır. Eline bir bez alan Benny, tezgâhtaki bu saf beyaz sütü temizlerken bunun evvelinde başka bir bezi öldürdüğü küçük bir kızdan taşan kana bulamıştır. Büyük psikopat ailesi, küçük psikopat Benny'e kirli çamaşırlarını yıkamada yardımcı olur. Benny, beş yıl sonra Haneke'nin eğlenceli oyunlarında büyük bir psikopat olarak ekranda kumandayı geri saracak, yumurta kapıya dayanacaktır. Haneke ise bundan yıllar sonra ebeveyn kavramını ve süt beyazını faşizmin kaynaklarında bir hayli geçmişte ve Benny'e benzer şekilde başka koro mensuplarını peliküle dökerek arayacaktır.

Michael Haneke'nin 62'nci Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye Ödülü'nü alan “Das weiße Band (Beyaz Bant)” adlı filmi, belki de yönetmenin çoğu zaman yaptığı gibi bir cümleyle anlattığı hikâyesini bütün ayrıntılarıyla parçalara bölerek anlattığı bir yapım olarak takipçisiyle buluşuyor. Birinci Dünya Savaşı öncesinde Kuzey Almanya’daki bir köyde yaşanan ve yoruma fazlasıyla açık tuhaf olayların köyün koro öğretmeni tarafından anlatıldığı siyah-beyaz bir film... Hikâyesinde ise köyün doktoru, papazı, baronu ve alayı bu tekinsiz olaylardan nasiplerini almaktadır. “Ben döverim, hem de çok döverim ama severim de” türevinde çocuklarına yaklaşan rahip, saflık sembolü olarak çocuklarına beyaz bant takmaktadır. Bir yandan dini figür olarak konumu itibariyle ahlakı savunan rahibin çocuklarını döve döve eğitmesi akla ister istemez Ingmar Bergman'ın “Fanny och Alexander” adlı filmini getirmektedir. Bergman'ın Alexander'ı üvey babası rahip için pek hayra yorulmayan duygular beslemektedir. Hatta enfes bir karakter olarak “aklıma mukayyet ol” dedirten Ismael, Alexander'ın kafasının iki yanını kavrar ve “aklında bir adamın ölümü var” der. Buradan hareketle ebeveynlerin bir tuhaf olduğu, 2. Dünya Savaşı'nın aile kavramı içinde ebeveynlerce atılan tohumlarına dikkat çekecek White Ribbon köyünde özellikle rahibin erkek çocuklarının kollarına bağlanan beyaz bant, bir SS kolunda durduğu gibi durmaktadır. Ayrıca saf ırk yaratma çabasındaki Nazileri amacı dışındaki beyaz bir banttan daha iyi ne tanımlayabilir. Bir eşyaya yüklenen anlam yabancılaşmanın yandaşı faşizmi nasıl tetikleyebilir... Bunun yanında engelli bir çocuğa yapılan işkencenin kaynağı hangi ayarlarıyla oynanmış saflık olabilir. Pasolini faşizmin kaynaklarını Salo'daki mitler ve yatak hikâyeleriyle mest olan burjuvaziyle masaya yatırırken Haneke, kendi halinde sıradan bir Alman köyünde yaşanan olayları anlattırmıştır.

Sinematografi açısından müthiş bir görselliği olan ve Bergman'ı anımsatan “Das weiße Band”, kişisel görüş olarak rahatsız seyirlerin efendisi Haneke'nin başyapıtı değildir ama Haneke'nin başucuna ağır adımlarla ilerlemektedir. Takipçisini görsellik yoluyla vurmuştur. “Tesadüfî Bir Kronolojinin 71 Parçası”nda yaptığı gibi aslında “bu insanları tek tek ayrıntılı anlatmamın sebebini filmin sonundaki tek cümlelik noktayla ortaya koyduysam” diye vurgulayan Haneke, “Beyaz Bant”ta da yoruma açık sonda da aynı etkiyi bırakmıştır. Ayrıca “Beyaz Bant”taki Birinci Dünya Savaşı'na dair haberler, Haneke'nin “Benny'nin Videosu”nda televizyon haberleri ya da bir domuzun öldürülmesini konunun içinde eritmesi gibi filme yedirilmiştir. “Beyaz Bant”ta “Cache”ye dalış yapan Haneke, filmde Protestan Ahlakı ve "Faşizm" Ruhu'nu dıştan güzel; ama içten çürük bir portakalı soyar gibi soymakta ve başucuna koymaya hazırlamaktadır.

Özge Öndeş
Kaynak: www.resetmagazine.net/resetsayi57/sinema/The-White-Ribbon.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder