1 Kasım 2010 Pazartesi

Hi- Fi Peronu

Bir tren yolculuğunda kafayı cama dayayıp kulağa da “High Fidelity Sountrack”i vermiştim. Bu eylemi gerçekleştirmeden az evvel “Top 5” yolculuğumu düşündüm ve en sevdiğim şeylerden biri olan “High Fidelity” filminin sahneleri ile soundtrack albümü vardı yanımda. O hi-fi yolculuğa karışık kaset tadında ilerleyen güzel bir soundtrack eşlik etmişti.

Arsenal fanatiği biricik Nick Hornby romanından sinemaya hediye “High Fidelity”, Stephen Frears tarafından peliküle dökülür. Başrolünde kendisiyle birer hamburger yemek istediğim ve karşılıklı olarak “I'm Wrong About Everything”i söylemek istediğim John Cusack, anı, plak, ayrılık koleksiyoncusu, müzikten anlayan; ama sofistike olmayan, “Belle and Sebastian’a bol göndermem var” formunda Rob adındaki bir adamı canlandırır. Reckless Records'un döşemesi olduğu, plakları özenle sıralanmış Championship Vinyl adlı bir dükkânı olan Rob, hayatını etkileyen olayları, ayrılıkları, sevgililerini sorgularken kürkçü dükkânına döner ve otobiyografik olarak sıraladığı müzik koleksiyoneri hayatındaki her ayrıntının top 5’ini yapar adeta. Sevgiliye hazırlanan o nostaljik karışık kaset gibi filmin soundtrack albümü de dinleyenlerine hazırlanmış o karışık kasetler gibidir.

Filmin başlangıcını yapan bir ayrılık ile “You're Gonna Miss Me” ile Garage Rock öncüsü 13th Floor Elevator'dan gelir. Roky Erickson “you're gonna miss me” nağmelerini ve naralarını atarken Waterloo Sunset ile kalbi fetheden grup The Kinks'ten “Everybody's Gonna Be Happy” ile karşılaşmak dinleyeni bir barın üstünde dans ettirecek kadar mutlu edebilir. Tren yolcululuğunda dışarıya bakarken geride bırakılan onca mesafe ve yüzlerce deniz, dağ, taş, böcek görüntüsüne eşlik eden en güzel şarkı The Kinks ardından gelecek John Wesley Harding ve Rob aydınlanma şarkısı “I'm Wrong About Everything” olur. Mesudiyeli Mesut tadında bir istasyonda durduğumuzda beklediğim an gelir ve The Velvet Underground, grup üyeleri kompartımanda yanıma, karşıma, yamacıma oturup “Oh! Sweet Nuthin, Oh Sweet Nuthin” diye tekrarlar. Sonra tren tekrar yola koyulduğunda elim ayağıma dolaşır, camdan dışarı kendi yansımama bakarken sıra Love grubunun seslendirdiği “Always See Your Face” adlı enfes şarkıya gelir. Cama dokunan parmakla camın ardındaki çiselere Bob Dylan eşlik etmeye başlar. Damlalar çoğaldıkça ve gözlerim yavaş yavaş kapanmaya başladıkça hava da yavaş yavaş kararmaya başlar. “Oh Mercy” albümünden olma en güzel şarkılardan biri olan “Most Of The Time” camın dışarıda gördüğüm her imgeyi hızlanarak ıslatmaya başlar. Sheila Nichols sahneye çıktığında ise hep bana göre olmadığını düşündüğüm biraz da “This is hardcore Celine Dion slow baby” diyebileceğimiz şarkısı “Fallen For You”yu itiraf ediyorum atlarım, her seferinde yaptığım gibi. Biraz haksızlık olabilir; ama “Fallen For You” ile yıldızım hiç barışmamaktadır.

Nostaljide walkmanler, ipodlar ve telefonlar çıkmadan önce eve gidip o şarkıyı dinlemem lazım dediğiniz, tekrar dinlemeye can attığınız, Rob için Laura gibi olan The Beta Band, “Dry The Rain” ile yağmurdan kalanlara eşlik eder. “I Want You” adlı şarkısıyla -ki filmin açısından ve kişisel olarak da özel bir yeri vardır- Elvis Costello kararmış hava eşliğinde “Ship Building” ile biraz histerik olarak yolculuğa eşlik eder. Nedense bana bu şarkının belirli bölümleri kendi tahayyül gücümde bağımsız bir çalışma olarak “Talented Mr Ripley”de Jude Law'ın canlandırdığı Dickie Greenleaf'in barda karizmatik halini hatırlatır. “Ey Kadın! Hayatında ilk kez olsun cenazemde seksi giyin” naralarıyla da bilinen Smog ise “Cold Blooded Old Times” ile yine gülümsetip melodisine eşlik ettirir, vücudu forma sokar. Sonra muhteşem Jack Black, “High Fidelity”de sahneye çıkar ve yanı başımda durur gibi söylemeye başlar. Der ki: “Let's Get It On” . Müzik gurusu süper kalem Nick Hornby, kitabına sadık kalınması halinde “Twist and Shout” dinlenmesi ihtimalini sevsek de tersi bir etkiyle sakince ve huzurlu bir şekilde kahve almaya “Let's Get It On”la süzülme halinde gidebilir. Jack Black de sallana sallana yanınızda yürüyebilir. Belli bir zaman dilimi içinde bir süre şarkımız loop halinde dönebilir; çünkü sırada bekleyen Royal Trux ile kompartımana elde kahveyle dönmek zor olabilir. Ama “bir dakika, bu Stereolab mı” der insan aynı plakçı dükkânındaki gibi... Miss Modular'la kişiselde kalbi fetheden çok sevdiğim Stereolab nasıl arada unutulabilir.

“Lo Boob Oscillator” sözlerinden bir halt anlamasam da “Let's Get It On”la gelinen yoldan biraz da “la la la” şeklinde döndürebilir. Insıde Game'den sonra gelen bir “sevemedim sevemedim, gururum engel oldu Stevie Wonder sevemedim”den “I Believe”, biraz albümden uzaklaşmamı sağlayabilse de gene de ışıklar kapanmadan bir tren yolculuğunda uykuya dalmadan iyi bir ninni görevi görebilmektedir. “Aa ne güzel, koyun bir tane daha” demenize gerek kalmadan uykuya dalmak için kesin çözüm olabilir bazen... Tabii burada “High Fidelity”de Stevie Wonder'dan “I Just Called To Say I Love You” talep eden müşterinin Jack Black’in canlandırdığı muhteşem Barry tarafından kovuluşunu da hatırlamadan edemez “High Fidelity” sevenler. Bir yolculuk mükemmel şekilde böyle biter, geriye kalan “High Fidelity Soundtrack”in en sevdiğim 5 özelliği ise:

-“High Fidelity” aşkından hediye bir karışık kaset gibi olması.
-Bir tren yolculuğunu daha da güzelleştirebilecek yegâne albümlerden biri olması.
-Zihin egzersizi yapmayı sağlayarak geçmişi sorgulatıp ileriye doğru yol alması.
-Bana kendi içinden bir top 5 yaptırması ( Bob Dylan - “Most Of The Time”, The Beta Band - “Dry The Rain”, Jack Black - “Let's Get It On”, Velvet Underground - “Who Loves The Sun”, Smog - “Cold Blooded Old Times”)
-Bilmem kaç kez izlenebilecek bir film olan “High Fidelity” ile mükemmel uyumu.


Özge Öndeş
Kaynak: http://www.resetmagazine.net/resetsayi54/sinema/High-Fidelity-OST.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder