11 Temmuz 2013 Perşembe

En İyi “Kötü” İşkenceci Kadınlar


Lost’un en iz bırakan anlarından biri Sayid Jarrah’ın “My name is Sayid Jarrah, and I am a torturer” özlü sözüdür. Sinema için de pek çok kadın karakter, karanlık tarafta uyanarak bu tema çerçevesinde işkenceci rolünü üstlenmiştir. Nikita’dan Fatal Attraction’a, Basic Instict’ten Natural Born Killers’a kadar pek çok popüler filmin karanlık kadınları, bazen femme fatale halleriyle akla gelebilir.  Ancak bu güruhtan farklı olarak hem psikolojik hem de fiziksel darbeciler daha sert  takılıp türlü işkence performansları sergileyebilir. “The Girl with the Dragon Tattoo” gibi pek çok filmdeki kadın karakter, değişik işkence metodlarıyla karşımıza çıkmaktadır. Burada yer veremediğimiz tüm cehennem azabı çektiren kadın rollerine selam ederken, sizin için popüler filmlerin hafızalara kazınmış işkenceci kadın karakterleri listeledik.
10.  Marie- Haute Tension
2012 yapımı Maniac’ın senaristleri arasında da yer alan Alexandre  Aje tarafından yönetilen başarılı yapım Haute Tension’un Marie’si, Cécile De France tarafından canlandırılmaktadır. 2003 yapımı filmde iki okul arkadaşı Alexa ve Marie, Alexa’nın ailesinin kuş uçmaz, kervan geçmez  bir yerdeki evine kafa dinlemeye giderler.Öykü, kamyoncu üsluplu bir katilin baskınıyla işler karışır. Filmin seyri ve izlemeyenlerin selameti bakımından spoilera giremeyeceğimizden diyebiliriz ki Marie, listemizde 10. Sırada yer almaktadır.

9. Elle Driver &  O Ren Ishii & Gogo Yubari – Kill Bill: Vol. 1

4 yıllık komadan uyanan gelinimizin hikayesini aktaran Tarantino serisinde normal bir kadın bulmak pek mümkün değildir. Bu listeye her biri tek tek  adını yazdırabilir. Ancak serinin ilk filminde yer alan Elle Driver ve O Ren Ishii, gelinimizi geçecek derecede karanlık tarafın güzel yüzlü ölümcül karakterleridir. Daryl Hannah,  Blade Runner’daki Pris rolüyle hafızalara kazanan, gönüllerin aktristi olarak güzelliğiyle de dikkat çekmektedir. O güzellik, yıllar geçmesine rağmen Kill Bill’deki perfomansına yansımış ve şarap gibi yıllanmış olarak karşımıza çıkar. 




Kendisini bu kadar övdükten sonra beraber birer hamburger yiyemeyeceğimize göre Kill Bill’de yer aldığı her sahnede nasıl bir şiddet düşkünü karakter olduğunu belirtip Lucy Liu’ya geçebiliriz. Bu listede O Ren Ishii adlı karakterin Elle ile işkenceci sıfatını paylaşması O Ren’in ve ortama saldığı Chiaki Kruyama tarafından canlandırılan liseli Gogo Yubari,  filmin döşemesine damgasını vuran ölümcül karakterler olmasındandır. Hal böyleyken Uma Thurman gelini, aslında filmin ağır işkenceci pozisyonunda olmasına rağmen trinity karakterlerimiz, ölüm suikastçileri kimlikleriyle 9. sırayı kendi aralarında paylaşmaktadır. 



8.  Gurty – An American Crime

“Being John Malkovich”te cazibeli Maxine Lund karakterini canlandıran Catherine Keener, Tommy O’Haver yönetmenliğindeki “An American Crime”da işkencenin günlüğünü yazan anne Gertrude (Gurty) olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir sonraki sırada yer alan Hard Candy’nin Hayley’si Ellen Page ise filmde Sylvia rolünü üstlenmektedir.  Amerika Birleşik Devletleri’nin Indiana eyaletinde çoluk çocuğa boğulmuş bir evin annesi olan Gertrude Baniszewski, evine kiracı olarak aldığı Sylvia Likens’in işkenceyle ölümüne sebebiyetten yargılanırken çocuklarını da işkence işbirlikçileri olarak eylemlerine dahil eder. Filmimiz de yaşanmış bir olayın mahkeme kayıtlarından yola çıkarak bir suçu, hatta bu noktada duraksayarak tekrar düşündüğümüzde birden fazla suçu yeniden yorumlamaya çalışmaktadır. An American Crime” izledikten sonra Gurty’nin başarılı Keener yorumu ve senaryosuyla işkence aleti olan basit bir Cola şişesine irkilerek bakabilir, Gurty’i hafızanızdan silmek isteyebilirsiniz. 

7. Hayley Stark- Hard Candy


Şu aralar Stark soyadı fazlasıyla popüler olsa da buradaki Stark’ımız  o yaştaki performansıyla kendine hayran bırakıyor. Ellen Page, 18 yaşındayken 14 yaşındaki Hayley Stark performansıyla izleyiciye soğuk terler döktüren bir yetenek. Page’in can verdiği, David Slade yönetmenliğindeki “Hard Candy” Stark’ı izleyiciyi olduğu yere çivileyip üstünüze ağır çekiç darbeleri vurmaya devam eden bir karakter. Page tarafından canlandıran Hayley Stark, masumiyetin ve intikamın birleşiminde öyle bir performans sergiliyor ki filmdeki en önemli sahnelerden hadım işkencesi, yapıma damgasını vuruyor.

6.  Angela Baker – Sleepway Camp 2/ Unhappy Campers



Gönül, popüler karakterler arasına bir de slasher ustası koymadan geçemiyor. Sleepaway Camp serisinin ilk filmindeki Angela Baker yerine ikinci filmdeki Angela Baker’ı listemizde yer alıyor. Birinci filmin sonunun yarattığı şoktan sonra ikinci filmde  Pamela Springsteen, Angela’nın küllerinden yeniden doğan Angela Baker karakteriyle işkenceye doğrudan girişmektedir. Springsteen, işkence kültürüne başka bir boyut kazandırırken olan, yine kampçı ergenlerimize olur.

5. Geum-ja Lee – Chinjeolhan geumjassi / Lady Vengeance

Chan-wook Park’ın “Sympathy For Mr Vengeance” ve “Old Boy” adlı filmlerinin ardından üçlemenin son filmi  “Sympathy For Lady Vengeance”, 13 yılın hapiste geçen intikamı için yanıp tutuşan Geum ja Lee-yi anlatıyor. Yeong-ae Lee tarafından canlandırılan Geum- ja Lee, işkencenin manifestosunu hem üstü örtülü hem de açık bir şekilde yazabiliyor.

4. Jennifer Hills - Day of the Woman/ I Spit On Your Grave

2010 yılında re-make versiyonu çekilen 1978 yapımı Day of The Woman  “I Spit On Your Grave”,  intikam güdüsüyle işkenceci rolüne bürünen Jennifer’ın hikayesini aktarıyor. Meir Zarchi yönetmenliğindeki filmin intikam ateşiyle yanıp tutuşan Jennifer’ını, Buster Keaton’un torunu Camille Keaton başarılı bir şekilde canlandırmıştır. Kendisine tecavüz edenlerden intikam almak adına çeşitli intikam metodları izleyen Jennifer Hills karakteri, bu listenin olmazsa olmazı.

3. Lucia Atherton – Il Portiere Di Notte / The Night Porter



The Night Porter, Liliana Cavani’nin yönetmenliğinde Dirk Bogarde (Max) ve Charlotte Rampling’in (Lucia) başrollerini paylaştığı kadın-erkek ilişkilerine güç ve cinsiyet açısından bakan estetize edilmiş bir oyun… Sadomazoşist ilişkilerin ele alındığı film, Max’ın toplama kampında işkence ettiği mahkûm Lucia ile tekrar karşılaşmasından sonra kedi- fare oyununda rollerin değişmesini ve dört duvar arasındaki işkenceyi konu almaktadır. Lucia’nın işkencesi ise sadece sadist değil, ötesinde mazoşisttir. Ayrıca Madonna’nın “Justify My Love” klibi Lucia’ya övgüdür.

2. Annie Wilkes- Misery

Stephen King romanı uyarlaması “Misery”, Rob Reiner’ın yönetmen koltuğunda oturduğu unutulmaz bir yapım. Kathy Bates’in canlandırdığı Annie Willkes’in, işkenceci kadın külliyatında başka bir yerdedir. James Caan’ın canlandırdığı yazar Paul Sheldon, kaza geçirdikten sonra kendisini kurtaran Annie’nin şefkatli bakımıyla iyileşeceği günü iple çekmektedir. Ancak Annie, iyiliklerine karşılık isteklerini reddeden yazara yattığı yatağı zindan eder.  Misery’nin Annie’si bambaşka bir psikopat olarak hafızalarda yer eder.

1. Asami Yamazaki – Ôdishon / Audition

Takashi Miike’nin yönetmenliğini yaptığı film, özellikle erkek izleyiciler için gergin saatler sunabilir. Filmde  Eihi Shiina tarafından canlandırılan Asami karakteri, eşsiz bir performansla sunulmaktadır. Asami, masumiyetin ardında canilik taşırken kendisine aşık ettiği adamlara yaptığı işkencelerle izleyeninin aklını başından alabilir. Audition, fazlasıyla başarılı bir film olmasının yanında Asami’yi de baş sapık olarak listemizin birinci sırasına oturtmaktadır.





Tanrılar Müzik İstiyor: True Blood




Bir dizi olsun; senaryosu, müzikleri ve her ayrıntısıyla içe işlesin; ismi de “Six Feet Under” konsun… Diyelim ki konumuz o muhteşem dizi olmasın; onun yaratıcısı Allan Ball beyler bu diziye farklı bir kat çıksın. Başucuna 2008’den bu yana yaz aylarının vazgeçilmez dizisi “True Blood”ın derisine işlemiş şarkılar, otursun.



Bölüm başlıklarına şarkı adlarının ev sahipliği yaptığı “True Blood”, Joss Whedon’un “Buffy The Vampire Slayer” ve “Angel”daki mitolojik yaklaşımından sonra vampir külliyatına farklı açıdan ele alan nadir dizilerden… Hal böyle olunca diziye ilmik ilmik işlenen şarkılar; folk, blues, trip-hop, elektronik ve jazz dansıyla insanın kanına dokunuyor, büyük ihtimalle kanını emiyor…



Dizinin enfes açılış jeneriğini efsaneleştiren Jace Everett  şarkısı “Bad Things”, buram buram Chris Isaak’tan “Baby Did Bad Bad Thing”i çağrıştıra dursun; “True Blood” dendiğinde akla ilk gelen şarkı. Dizinin her açılışında hafızalara kazınıyor. Birinci sezonda Lynyrd Skynyrd’dan “That Smell” duymak içten içe gülümsetebiliyor.



İkinci sezonun en iyi şarkılarından biri  ise  King Britt’ten geliyor; New World in My View”  ile blues, pelikülü ateşliyor. Aynı sezonun sahnesiyle birlikte en dikkat çeken şarkı ödülünü ise  deli kadın Sarah Newlin’in barbekü sahnesine eşlik eden Louisiana Hot Sauce ile Sammy Kershaw ve Hoyt ile Jessica’nın tanışma sahnesinde yer alan “Sex and Candy” ile Marcy Playground  paylaşıyor.


Dizinin üçüncü sezonu müzikleri için “festival gibisin, katılmak istiyorum” demek mümkün. Halk arasında “Fade Into You” olarak bilinen “Hair and Skin” (cover) ve “Rock Section” adlı enfes şarkılarıyla yürekleri dağlayan Mazzy Star’ın solisti Hope Sandoval, Massive Attack’e eşlik ediyor. Bu birliktelikten ortaya çıkan “Paradise Circus” ile muhteşem bir sahne fonu döşeniyor. O arada bir yerde Damien Rice “9 Crimes” diye seyircinin günahına girebiliyor.



Üçüncü sezonda Jace Everett, tekrar sahneye çıkıyor ve  “Evil is Going On” ile harikalar yaratıyor. Üstad Beck’in Bad Blood şarkısı  ise dizide muhteşem bir yerde inmek isterken favori karakterlerimizden Pam’in Fangtasia Club’ına can veren  “Necroplasm Fix” baş döndürücü bir etki yaratıyor. Başka bir anda ise 1930’ların musikisine kapılıp Billie Holiday ile “I Gotta Right to Sing the Blues” diyarına gidilebiliyor.  

Eels’in “Fresh Blood” adlı şarkısı ulumaları ve enerjisiyle diziye en çok yakışan şarkılardan… İnsan bu şarkıyla  yerinde duramıyor. Yine üçüncü sezona fon olan şarkılardan; Shovels & Rope grubuyla bilinen Cary Ann Hearst’in Hells Bells’i, Bob Dylan’dan hallice grotesk atmosferiyle büyülüyor.






“True Blood” müzik seyir defterine ünlü isimleri ince ince işliyor. Dördüncü sezon’da bambaşka bir müzik deneyimi “True Blood” hayranlarını bekliyor. The Zombies’in efsane şarkısı “She’s Not There”, dizinin atmosferi için Neko Case ve Nick Cave işbirliğinde bambaşka bir formata bürünüyor.  ”She’s Not There”, her haliyle çok fazla sevilebiliyor.

Before


After 



Billy Danze eşliğindeki Blackrok “What Do You Do To Me” ise sezonun en özel şarkılarından biri olarak öne çıkıyor. Yine sezona damgasını vuran şarkılardan bir diğeri ise Gill Scott Heron’dan “Me and the Devil” adlı enfes eser. Beşinci sezonda  ise bizi, Iggy Pop and Bethany Cosentino “Let’s Boot and Rally” ile coştururken, kült grup Brian Jonestown Massacre “Gaz Hilarant”  şarkısıyla diziye eşlik ediyor. Bir an geliyor ; o güzel sesiyle “niye erken gittin” dedirten Elliot Smith “Somebody That I Used To Know”  ile dizideki zaman kavramını unutturuyor. Bu arada bir yerde diziye ithafen Snoop Dogg beylerin “Oh Sookie” adlı şarkısını da unutmamak gerek.Şarkı için “yalnız o olmamış” diye serzenişte bulunurken niye böyle bir esere gerek duyduğunu kendisine sormak gerek.


“True Blood”, altıncı  sezonuna geri sayarken burada yer veremediğimiz birbirinden güzel şarkıları barındırıyor; keşfedilmeyi bekleyen pek çok müzik yapıtı da dizi içinde yer alıyor. Vampirler, kurtadamlar, cadılar, şekil değiştirenler, perilerle dolu dizi, müzik açısından da harikalar yaratıyor. Tanrılar, kan değil;  “True Blood” istiyor.
Yazarın notu:  Pam’in “Fuck Sookie” serzenişiyle birlikte Sookie git! Russell geri dön, geri dön! Ne olur, geri dön!



Supernatural’dan Impala Şarkıları


Supernatural,  2005’ten bu yana devam eden ve sevilerek takip edilen fantastik diyarlardan gelen bir dizi. TRT efekti vererek yaptığımız bu tanımdan bir başka seviyeye geçersek Supernatural, yıllardır zamana meydan okuyan efsane bir yapım. Supernatural evreninde  Sam ve Dean Winchester biraderler, dizinin demirbaşı olan 67 model Chevy Impala ile maceradan maceraya koşarken  karakterler arasında dünyası şaşmış Castiel ve karizma üstadı Crowley’i de unutmamak gerekir. İş bu şekilde tüm doğaüstü varlıkların cirit attığı, bazen olduğu yerde sayan bazen de enfes bölümlere imza atan bu enfes dizinin müziklerini  ve sahnelere döşendiği  bazı anları  sizin için seçtik.

Supernatural’a Giriş “The Road So Far”

Dizinin daha önce olanların özetini geçtiği  “Previously on Supernatural” müziği öncelikli olarak Kansas’ın “Carry on My Wayward Son” şarkısıdır. Sezonlar geçtikçe “Road So Far” efsane şarkılara ev sahipliği yapmıştır:

Dile kolay 8 sezon; “hangi kapıyı çalsam karşımda AC/ DC” diyebiliriz. Pek çok klasik şarkıya yer vermiş yapımda Deep Purple’dan  Blue Öyster Cult’a, Alice In Chains’ten Lynyrd Skynyrd’a kadar çoğu efsanenin eserleri yer almaktadır. Ustalara saygı kuşağı niteliğindeki dizinin AC/DC külliyatından bir örnek:

AC/DC – Highway to Hell (01×01)


Kişisel Favorilerden Kuşağı

Dizide ilk belirdiği anda, kanatlarının karizmasıyla fırtına gibi esen Castiel’in önemli sahnelerinden birine döşenen The Yardbirds- Turn Into Earth  esintisi, sahneyi tekrar tekrar izlemenize neden olabilir. Şarkı, o kadar güzel döşenmiştir ki eksik oyunculuk kısımlarını bile kapatabilir. Eşlik ettiği planlar, müzik kullanımının bir o kadar yakıştığı cazibesi Axe astronot etkisini geçen dizi sahnelerindendir. “That’s my boy” repliğini izleyenine tekrar ettirir.


Yorumsuz Supernatural – Blue Öyster Cult – Don’t Fear The Reaper-(01×12)


Supernatural’in en eğlenceli ve komik sahnelerinden birine denk düşen şarkılardan biri ise 2. sezon 15. bölümde yer alan Chris De Burgh “Lady In Red” klasiğidir. “Seydi emret” olarak da aklımızda yeri olan bu eserin çaldığı sahne zamanında akla geldikçe bir hafta boyunca ara ara güldürmüştür.


Kaşıntıya Derman Bir Dean Klasiği-  Survivor- Eye of The Tiger (04×06)



 Impala Özgürlüğü – Lynyrd Skynyrd – Simple Man (05×03)


Kara Şimşek Temalı Supernatural ( 05 x 08)


Kendi Cennetindeki Yangına Döşenen Bob Dylan – Knockin’ On Heavens Door (05 x 16)


 Dizinin en karizmatik anlarından ve karakterlerinden birine eşlik eden  Jen Titus – O Death (05×21)


Bir Garip Supernatural – David Bowie – Space Oddity  (06 x 09)




Bir Yolu Vardır Elbet Biraderleri- Blondie – One Way or Another ( 06×17 )


Impala’nın Cazibesi -Steppenwolf – Born to Be Wild (07×23)



Yoluna Giden Enfes Bir Supernatural- Milo Greene- What’s The Matter ( 08 x 04)


Supernatural soundtrack eserleri, oldukça başarılı seçimlerle oluşturulmuş ve burada yer veremediğimiz sayısız klasiği sahnelere döşemiştir. Dizi, bir türlü bırakamadığınız, çok sevdiğiniz bir anınız gibi olabilir. Eğer ardışık olarak seyretmeye kalkarsanız Winchesterları aileden sayabilirsiniz. Müzikleri ise Impala’nın içinde çalınan, bitmeyen bir kaset gibi yolculuğa eşlik eder.

Kişisel Not: Bu arada Sam sana laflar hazırladım. Sözüm sana; Seni prenses kılıklı bulmaktayım. Ağabeyine Crowley’den ve Cass’ten sabır diler, Sam hayranlarına selam ederim. Supernatural’daki Dean, zenginlik budur.

10 Temmuz 2013 Çarşamba

Nerede O Eski Ana Temalar

Dikkat bu yazı, + 18 temalıdır. Çocuklarınızı uyuttuktan sonra, kabus görme ihtimaline karşı gece vakti okunmaması tavsiye edilir.



Korku/ gerilim türü filmlerin ya da dizilerin en önemli unsurlarından biri müzikleri… Bir melodiyi duyduğunuzda sizi çocukluğunuzdaki bir hatıra gibi o ana götüren şarkılar, filmlerin zeminini döşemektedir. Bir çok günahsız yavruyu denize girmekten alıkoyan Steven Spielberg filmi  ”Jaws”ın o derinlerden yaklaşan dişli melodisini, Alfred Hitchcock’nun “Psycho”sunun duşlardan ırak, bıçak gibi saplanan ürkütücü müzik  temasını unutmak mümkün değil.  Üstelik bu travmatik musiki deneyimi sadece filmlerle de kalmayıp Alacakaranlık Kuşağı, V gibi dizilerin tema müzikleri de aynı ruh halini yaşatabilir. Tüm bu olan biten içinde bir korku yapıtına yakışabileşecek en güzel tema ise  Dario Argento’nun Suspiria adlı filminin içine yedirilmiştir.


Suspiria (1977)
Suspiria, Goblin’in müziğinin kırmızı ve maviye boyadığı bir Argento başyapıtı. Filmle paralel olan müziğini dinlerken bir müzik kutusu hayal etmeyi deneyin. İçinde bir balerin dönsün ama bale yaptığı okulun ve müzik kutusunun aslında hiç de göründüğü gibi olmadığı filmin hikayesine denk düşsün… Zaten film, görüntülerinin güzelliği açısından bambaşka bir deneyim sunarken müziğiyle de bizi, bir güzel cilalayıp parlatır. Goblin’in Suspiria’ya verdiği nefes, masal gibi başlayıp dinleyenini de kırmızıya boyayarak melodisiyle ürpertir. Bu müzik eserine korku sineması müziklerinin efendisi de diyebiliriz.



Psycho (1960)
Alfred Hitchcock’un Bates Motel’ine uğrayıp da bu musiki eserinden nasibini almamış insan olamaz. Berrnard Harrmann imzalı eser, pek çok slashera sahne vermiş bu kült filmi zamanının ötesine taşımıştır. Anne eli değmiş gibi; yalnız mutfaktan değil duştan çıkan bir eserdir.


Rosemary’s Baby (1968)
Roman Polanski’nin Apartman üçlemesinin enfes yapımı Rosemary’s Baby’nin müziği bir ninni gibi. Krzysztof Komeda eseri bu müzik, uyutmuyor; aksine uykusuz bırakıyor. Hiçbir ninni, belki de insanı bu kadar rahatsız etmiyor…   

   
The Exorcist (1973)
William Friedkin yönetmenliğindeki The Exorcist’in Tubular Bells’i  sevmediğiniz biri için telefon melodisi yapmanız uygun olabilir dersek de yine de esere ayıp olur. Müzik, bir belgesel müziği değil zamanında ve halen korkuyla seyredilebilen bir başyapıtın çok tanıdık sesleri olarak hafızalara kazınmıştır. Jack Nitzsche’nin bu unutulmaz eseri halen duyulduğunda içinden şeytan çıkarabilme potansiyeline sahiptir.



Jaws (1975)
Steven Spielberg’in Jaws’ının dişli müziğini unutmak mümkün değil. Denizde insanın aklını başından alabilecek John Williams eseri olarak bir derinlik sarhoşluğu müziği gibidir. Dipten gelen korkuları açığa çıkartır, bikinili kızların korkulu rüyasıdır.

Carrie (1976)
Brian De Palma sineması; perdedeki mutluluk, zenginlik budur! De Palma Sineması, izleyicisine dünyalar veren ve kamerasıyla baş döndüren bir yerde durmaktadır. Korku filmi müziklerinde de ekmeğini sıkça yiyeceğimiz Stephen King’den olma Carrie’nin yönetmen koltuğunda De Palma  otururken Pino Donaggio da müziklerini yapmıştır. Filmin tema müziği, zamane gençliğinden nasibini alan Carrie adlı körpe telepat kızımızın  ortamın ahengine koymadan önceki zamanlarını usulca hissettirmektedir.

The Omen (1976)
Richard Donner’ın kült filmi The Omen’in tema müziği Jerry Goldsmith imzalı tam bir korku filmi müziğidir. Duyulduğu anda Allahsız The Omen oğlanının son karedeki yüz ifadesi akla gelebilir. Filmin dokusuna işleyen anti-kilise müzik, yaklaşan tehlikenin habercisi niteliğindedir.Youtube videosuna yapılan Justin Bieber doğduğunda çaldığına dair yorum da doğru bir tespittir.


Piranha ( 1978)
Joe Dante’nin yönetmenlğindeki kült film Piranha’nın müziği, yine Pino Donaggio beylere aittir. Kobay piranhaların çığrından çıkmasını konu edinen korku üstadı Roger Corman’ın yapımcılığı yaptığı film, b film klasiğidir. Tema müziği de piranhaların yalan rüzgarı müziği gibidir.

Halloween (1978)
John Carpenter’ı nasıl bilirdik; kült filmlerin yönetmeni olarak… Ancak kendisinin çoğu filmine döşediği müziklerde de imzası bulunmaktadır.  Efsane filmi ve serinin başlangıcı Halloween’in müziği konusunda fazla söze gerek yok. Duyulduğu anda Myers peşinizde gibi start alıp koşmaya başlayabilirsiniz.



The Amityville Horror (1979)
Stuart Rosenberg’in yönetmenliğindeki The Amityville Horror, dönemin üzerine belgeseller bile çektirtecek kadar şaibeli Amityville katliamını konu alır. Gerçek mi, kurgu mu diye çok tartışılan hikayesi şöyle dursun; “la la, la; şimdi yaktım çıranızı” hissiyatındaki Lalo Schifrin’in filme döşediği bu müzik eseri, dinleyeni ile saklambaç oynamaktadır.


Phantasm (1979)
Bir klasik düşünün ki müziğiyle harikalar yaratsın. Don Coscarelli filmi olan Phantasm, Fred Myrow imzalı filmle birlikte içe işlemelik bir müzik deneyimi. Phantasm’ın bir içim su hikayesi, müziğiyle de efsaneleşerek servise sunuluyor.


Friday the 13th (1980)
Bir serinin başlangıcı ve “Cuma benim isyanımdı” Jason’ın bitmek bilmez hesaplaşması… Sean S. Cunningham’ın yönetmen koltuğunda oturduğu filmi sonlandıran şarkı, unutulmazlar arasında yerini alır. Serinin diğer filmlerindeki müzikler de bir hayli başarılı olmasının yanında ilk filmin  Harry Manfredini imzalı bitiş müziği ile insan nereye gideceğini şaşırabilir.

Cannibal Holocaust (1980)
Ruggero Deodat yönetmenliğindeki kült filmin açılış müziği gayet sakin olmasıyla filmin yapısından uzak olduğu kadar yakışan bir yerde duruyor. Riz Ortolani eseri şarkının sakinliğine aldanıp izlemeye kalkan ise çok yanlış yerde duruyor.


The Fog (1980)
John Carpenter’ın yine hem filme hem de filmi döşeyen müziğe kendi elleriyle ruh kattığı bir yapımdır The Fog. Hem müziği hem de filmin kendisi oturduğunuz yere sizi çivileyebilir, ama baş aşağı…

The Beyond (1981)
Goreların efendisi Lucio Fulci’nin yönetmenliğindeki kült sinema şahesirinin temalarından bahsetmemek mezarlarına tükürmek kadar ciddi bir durumdur. Korku filmi müziklerinin yaratıcısı Fabio Frizzi’nin The Beyond’a ruhunu veren şarkısı, cehennemin kapılarını sonuna kadar açmaktadır. Herhangi bir yerde duyulduğunda The Beyond dedirtir ki aslında öyle herhangi bir yerde duymak da pek mümkün değildir. Filmin bu tema müziğini dinlemek gözleri tamamen kapalı bir deneyimdir. Bunun ötesinde bir de Fulci’nin Zombi’sinin müziği vardır ki ona hiç girmeyelim.




Evil dead (1981)
Yeniden çekimi heyecanla beklenen ve serinin başlangıcı Evil Dead filmi, Sam Raimi yönetmenliğinde unutulmaz bir deneyimdir. Joseph Loduca’nin piyanosuyla Evil Dead’e giriş yapılır, sonrası ise anlatılmaz, yaşanır. Bu arada bir yerde gelecek yeniden çevrim de heyecanla beklenmektedir. Sanıyorum bu sefer başka türlü gelmektedir.

Manhunter (1986)
Michael Mann’ın enfes filmi Manhunter, bir Red Dragon uyarlaması olarak Kuzuların Sessizliği’nden önceki durakta yer almaktadır.  Bu stilize filmin müzikleri de tabii ki de bu forma uygun olacaktır. “Graham’s Theme” filmin teması olarak öne çıkarken Shriekback şarkılarından ” This Big Hush” , peliküle dökülen bu şahesirin ruhunu ince ince soymaktadır. Ancak filmde öyle bir sahne vardır ki, insana yaşadığını hissettirir. Reba’nın kaplana dokunması esnasında çalan Shriekback’in “Coelocanth” adlı eseri, sahnenin tamamına öyle bir işler ki filmin size dokunduğunu hissedersiniz. Bu müzik, tamamen filmle bütünleşmenizi sağlarken yaşattığı duygular tarif edilemez.


Hellraiser (1987)
Nereden başlasam, nasıl anlatsam filmi Hellraiser… Christopher Young müziğinin etkisi, Clive Barker filminin dokusuna bir şekere damlatılan su gibi yayılıyor. Bir kült yapım, üzerine dökülen bir müzik; öyle  ki dikenleri bazen kendine batıyor.


Pet Sematary (1989)
Stephen King’in başyapıtlarından biri olarak Mary Lambert tarafından sinemaya aktarılmıştır. Elliot Goldenthal tarafından yapılan filmin müzikleri ise çabucak kana karışmaktadır. Sezen Cumhur Önal deyimiyle “tüm bu olan biten garip olaylar içinde”; bir diğer Stephen King’den olma “It” kopuk ya da “The Shining” müzik külliyatı gibi açılış müziğiyle mezarlığı sessizce kazmaktadır.

Bram Stoker’s Dracula (1992)
Francis Ford Coppola sinemasına Wojciech Kilar müziği karışır. Estetize edilmiş bir Dracula’nın yaşamı Kilar müziği ile ihtişamına kavuşur. Müzik eşliğinde Van Helsing karakterine bürünmek mümkün.

Geçmiş zaman olur ki korku eserlerinden pek çok tema müziği hafızalarımıza kazınmıştır. Dead Silence, Elm Sokağı, Candy Man, Poltergeist ve daha nicesi… Bir diğer yandan dizi olarak gerilim tadındaki Twilight Zone, V: The Final Battle, X Files, Twin Peaks temaları ise önemli ölçüde efsaneleşmiş eserlerdir.



Bunlardan bağımsız olarak TRT’de yayınlanmış olan “Clementine” adlı çizgi film ise korku ve gerilim hattında travma geçirten yapıtlar arasında yerini alırken şarkısını da unutmamak, unutturmamak gerek. Tüm bu eserleri bir albüm yaparsak bonus track olarak bizden bir eserle noktayı koyabiliriz. Yağmur & Durul Taylan’ın bir dönem Star’da yayınlanan dizisi Sır Dosyası’nı unutmamak gerek. Tekinsiz evlerin jenerik müziği ile unutulmaz ana temalar arasında Demir Demirkan’dan “Ahura” olarak yerini alıyor.